6 Ekim 2015 Salı

Eğitim ne demek, ne dememek?

Tdk da kelime anlamı 'Çocukların ve gençlerin toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine okul içinde veya dışında, doğrudan veya dolaylı yardım etme, terbiye' olan bir kelimedir 'eğitim' dedikleri. Peki bu hepimizin çok sık kullandığı ve ne demek olduğunu aslında düşünmediğimiz kelimeyi neden konu edindim?

Çünkü artık düşünmemiz gerekiyor!

Herkesin ahkâm kestiği, ne yapılsa beğenilmeyen, kimseye bir türlü yaranılmayan bir şeydir kendisi. Kimine göre geçmiş yüzyıllarda en güzel örnekleri varken, kimine göre şuan muasır medeniyetler bu meseleyi çözmüştür. Şöyle böyle biz tartışaduralım, asıl mesele havanda su dövdüğümüzdür baylar. Lütfen bu meseleyi tartışmayı bırakıp, olaysız dağılalım. Veya durun dağılmadan önce şunu sormak istiyorum: Elini taşın altına koymak isteyen cesaret timsalleri bulunur mu aranızda?

Eğer varsa yazım esasında sizlere. İlgilenen yoksa ama bu işi bir derinlemesine bilsem, azcık yeni bilgileri tamamen yeni bir şey olarak zihnime kaydetsem ve üzerine düşünsem diyenler buyursun okumaya devam etsin. Ben sadece polemik adamıyım iş üretmek benim işim değil diyorsanız bu yazıdan size ekmek çıkmaz baştan söyleyeyim.

Gelelim esas meselemize… Eğitim diye başladık. Lugat anlamını kavradık, bir de bizim zihinlerimizde eğitim deyince ne canlanıyor ona bakalım. Çoğu kişide eğitim okulla eşdeğer bir anlamda. Dolayısıyla bunun yeri okul, yani sorumluluk okulda. Bir grup da var ki eğitim aileden başlar der. Sorumluluğu ilk olarak ebeveyne verir, okul sonradan sisteme dahil olur. Ve fakat iki tip söylemin hayatında da okulun yeri hayatın merkezidir ve tamamen akademik bilgiden ibarettir.

Şimdi ben bir de kendi fikrimi beyan edeyim bu konuda. Eğitimi meslek olarak icra etmiş bir aile ekolünden gelmekle beraber, sistemin çarklarına uyum sağlamakta çok zorlanmadığımı düşünürken an itibariyle bulunduğum noktada yaşadığım sıkıntılara bakınca eğitim sisteminde başarılı bir şekilde var olmanın beni nasıl budadığını görüyorum.

ALES’ten KPSS’den çok fazla yoğunlaşmadan da iyi puanlar alabiliyorum. Sözel, sayısal vs. adına ne derseniz tüm bölümler bir şekilde üstesinden gelebildiğim akademik meseleler benim için. Yani eğitimden anladığımız akademik bilgiyi kafamıza vura vura, bir şekilde sokabiliyorlar. Peki şuan halihazırda süregelen ve bizimde içinden ‘başarılı’ bir şekilde geçtiğimiz okul süreci yani eğitimin temel merkezi benden neleri budadı?

Kaybettiğim en önemli şey MERAK. İnsanın can damarı, yaşam enerjisi gibi bir şey. Yeni bir şeye başlamak, daha fazla öğrenmek ve daha bir çok yeniliği oluşturabilmenin ilk ve en önemli itici gücü…

Bir başkası SANAT. Birçok farklı alanda kabiliyetim olmasına rağmen, onlar gibi ‘boş işler’le uğraşmak yerine test çözmem, bir şeyler ezberlemem falan gerekiyordu. Dolayısıyla bugün stresle başetme konusunda zorlanıyorum ve kendime uğraştığımda rahatlayacağım bir sanatsal faaliyet bulamıyorum. Sanat ki en güzel duygusal dışavurum aracıdır. Şimdi benden çok uzakta…

Bir diğeri OYUN. Evet doğru okudunuz oyun oynayamıyorum. Çünkü ‘çocuklar oyun oynar, sen artık okula gidiyorsun ders çalışman lazım’ diye bir yalan söyledi vaktiyle biri ve ben buna inandım, çünkü çok ciddi işler yapmam gerekiyordu. Müzik, Resim, Beden ders bile değildi ki! Her sene Takdir Belgesiyle eve gelmeliydim. Önüme konan her sınavı ‘başarıyla’ geçmeliydim. Bunları oyun oynayarak yapamazdım.

Bir başka kaybettiğim özelliğimse ÜRETKENLİK. Kişide doğuştan var olan bir özellik bu. Ama hatırlıyorum okula gitmeden önce arkadaşlar arasında çok kıymetli olan oyun veya oyuncak üretebilme becerim, farklı bir yolla çözdüğüm matematik problemini doğru kabul etmeyen öğretmenimle ve bence dahiyane olan buluşumda kafa bulan bir başka öğretmenimin bana hissettirdikleriyle yavaş yavaş yok oldu.

Kısaca şöyle söyleyeyim baylar: Bütün işi devrettiğimiz okullar bunların hiçbirine destek olmuyorsa ve bütün sınavların ve akademik hayatın sonunda ortaya çıkan insanların %95’i mesleğinden, yaptığı işten, yaşadığı hayattan tatmin olamıyorsa bu yolu artık değiştirmemiz gerekmiyor mu sizce de?

Peki buna karşı ben ne öneriyorum?

Öncelikle insan evladının kapasitesini bir farkedelim lütfen. Şöyle düşünün; yeni bir coğrafyada yolculuk yapacaksınız, elinizde bir harita var ve siz şuanda her yeri siyasi haritada gördüğünüz renklerde sanıyorsunuz. (Lütfen aksini savunmadan sadece ‘gerçekten bu şekilde olabilir’ diye düşünerek devam edin okumaya)

Ben size diyorum ki bu coğrafyada geniş ormanlar var, içlerinden coşkun nehirler akıyor, verimli arazileri var, ve hayvanların otladığı çayırları, karlı dağları, yer yer sarp kayalıkları var. Ve bunların hepsi doğru bir şekilde kullanılmak için, doğru kişiyi bekliyor. Elinizdeki haritaya bakınca burası gitmeye değmeyecek bir kara parçasıyken, ben size bir cenneti vaadediyorum.

Yapmanız gereken tek şey tabiatın dengesini bozmadan buralarda yeni oluşumlara destek olmak. Şöyle ki doğduğu andan itibaren, açlık, tokluk, meme, ağlamak, anne… diye başlayan ve günler ilerledikçe baba, renkler, nesneler, diğer kişiler, eller, ayaklar, yemekler diye ilerleyen bir öğrenme mekanizması zaten yazılımda mevcut. Yani her an öğreniyor zaten.

İlk en büyük hatayı çocukları basit ve anlamayacak bir yaratık olarak düşünmekle yapıyoruz. Sonra bu arkadaş herkesi ve her şeyi parmağına takıp oynatırken anaokulu yaşı geliyor. Büyük bir bilgelik ve özenle onu anaokuluna göndermek gibi erdemli bir davranışta bulunuyoruz. Çünkü bir şeyler öğrenmesi gerekiyor.

Unutmayın bu arazi siz henüz buraya adımınızı atmadığınızda da çok verimliydi. Çocuklar da günlük hayatta siz onlara ‘bu bir, bu iki...’ diye tane tane ders öğretmeseniz de saymayı öğrenebilirler. Peki mesela anaokulu çocuğa aslında neyi öğretmeli?

Benim kanaatim çocuğa okulda ilişki kurabilmeyi, çatışma çözmeyi, problem çözmeyi, fikir yürütmeyi, muhakeme etmeyi, araştırmayı, fikrini ifade etmeyi ve diğerinin fikrini yorum yapmadan dinleyebilmeyi öğretebiliriz. Bunları yapabilen çocuk merak ettiği her türlü bilgiyi zaten öğrenir.

Merakı baltalanmayan çocuk öğrenmekten keyif duyar. İlişki kurabilen bir çocuk, işbirliği yapabilir ve diğerlerini önemser. Muhakeme edebilen çocuk, problem çözer ve ürün geliştirebilir. Bu okul öncesi dönemde bir sanat eseri de olabilir, günlük hayatında kullandığı bir malzemenin işlevini keşfetmek de.

Bu anlattıklarım ütopya değil. Yaşıyorum bunu. Çocuklar bunları gerçekten yapabiliyorlar. Merak ediyorlar, hayal kuruyorlar, oyun oynuyorlar ve bir çok yetişkinden daha fazla üretim kapasitesine sahipler. Sosyal olay ve kavramları anlayabiliyorlar, günlük hayatlarında uyumu, düzeni ve çözümü yaşıyorlar.

Peki diğerleri bunları neden göremiyor? Kalıplarla düşünmeye alıştığımız için. Ezbere tanımları bir kenara koyup ‘bu işin aslı astarı nedir?’ diye bir dönüp bakamadığımız için. Eğitim diye başladım ya hani TDK dedi ya toplum yaşamına adapte olabilmek diye. Bunlarla toplum oluşur ve bunlara dair beceriler geliştiremediğimiz müddetçe kimse hayatından tatmin olamaz.

Değişime bir yerden başlamak gerekiyor. Ve bu işin ilk adımı farklı şeylerin yapıldığını görmek, onların güzel sonuçlar doğuracağına inanmak ve onlara destek olmak. Kim ve nasıl diye çok düşünmeye gerek yok. İşin ucundan tutmuş belli Don Kişotlar var çok şükür. Deneyerek, çok uğraşarak, bazen her şeyi tek başına göğüsleyerek insana dair inancını geleceğe aktarmaya çalışan insanlar var. Onlara ulaşmak çok zor da değil. Bize demeliyim.

Küçük kalplere, minik tohumlar dikiyoruz. Ve biliyoruz ki gün gelip o ağaç meyve vermeye başlayacak. Belki biz görmeyeceğiz o meyveleri ama inanıyoruz ki o meyveler çok büyük işler yapacaklar.

Psk.Büşra Öztin Odabaşoğlu
Minik Mucizeler Akademisi

13 Şubat 2015 Cuma

Çocuklarımızı Güçsüzleştiriyor Muyuz?

Üniversiteye yeni başlayan bir kız öğrenci, ilk sınavından düşük bir not alınca sınıfta ciddi bir sinir krizi geçirdi. Hıçkırıklar içinde annesine telefon açıp derhal profesörle konuşmasını istedi. Elbette profesör görüşmeyi reddetti.

Başka bir anne çocuğunun iş görüşmesine onunla birlikte katıldı, sonra da işe niye alınmadı diye merak etti. Büyük bir işveren, bir iş görüşmesine gelen adayın kendilerine işe 18 ay içinde başlayabileceğini söylediğini belirtti. Karşısındaki işverenin bulunduğu yere gelmesi için 20 senedir çalıştığı aklının ucuna bile gelmemişti belki de.

Tüm bunlar kulağa çılgınca geliyor değil mi? “Çok üzücü ama bu hikayelerin hepsi doğru” diyor Growing Leaders ( Liderler Yetişiyor) organizasyonunun kurucu başkanı Tim Elmore. “1990′lardan sonra doğan çocuklar , “anlık haz” çağında büyüdüler. iPhone’lar, iPad’ler, anlık mesajlaşmalar ve bilgiye hemen ulaşım, sürekli parmaklarının ucunda bulunuyor” diyor Elmore. “Okuldaki notlarını kendi çabalarıyla değil, anne babalarının “pazarlıkları” sonucunda elde ediyorlar. Küçücük şeyler başardıklarında övgüye boğuluyorlar. Yüzlerce Facebook ve Twitter arkadaşları var, ama gerçek hayatta pek fazla arkadaşları bulunmuyor.”

Bu gidişatı durdurmak amacıyla Growing Leaders organizasyonu, ulusal ve uluslararası 5000 devlet okulu, üniversite, belediye organizasyonu, spor takımı ve kurumla çalışarak gençlerin liderlere dönüşmelerine yardım ediyor. “Üç kez evlenip sayısız iş girişiminde başarısızlığa uğramadan önce kendilerinde eksik olan şeyleri onlara vermek istiyoruz.” Peki ama anne babalar neden çocuklarına özgüveni öğreten ebeveynlikten, ne pahasına olursa olsun çocuklarını korumak isteyen helikopter ebeveynliğe geçiş yaptılar?

Belki de her şey anne babaların çocuklarının yaşamlarının her alanındaki güvenlik konusunda obsesif bir hale gelmeleriyle başladı. Dışarıda oyun oynamalarına izin vermek yerine çocuklarının tüm boş vakitlerini organize ettikleri aktivitelerle doldurmaya başladılar. Çocuklarının ödevlerini yaptılar, okulda hem öğretmenleriyle hem de arkadaşlarıyla yaşadıkları sorunları çözdüler ve ufacık şeyler için çocuklarına ödüller dağıttılar.

 “Bu iyi niyetli ‘sen özelsin’ mesajları, bize pek de olumlu olarak geri dönmedi” diyor Elmore. “Onları geleceğe hazırlamak yerine onları korumaya adadık kendimizi. Düşmelerine, başarısızlığa uğramalarına ve korkmalarına izin vermedik.

Problem şu ki, eğer çocuklar küçük yaşlarda, mesela parklardaki parmaklıklara tırmanmak ve düşmek gibi risklere bile girmezlerse, 29 yaşında atacakları her yeni adımda korku duyarlar.” Psikologlar ve psikiyatristler giderek daha fazla genç insanın orta yaş bunalımı yaşadığını ve çok daha fazla klinik depresyon vakaları gördüklerini söylüyor. Bunun sebebi nedir? Genç insanlar, psikologlara ve psikiyatristlere henüz milyonlar kazanamadıklarını ya da mükemmel eşlerini bulamadıklarını anlatıyor.

Öğretmenler, koçlar ve yöneticiler, yeni neslin her şeye çok kısa süreler odaklanabildiğinden, içselden çok dışsal motivasyona ihtiyaç duyduklarından şikayet ediyor. Growing Leaders organizasyonunun amacı bu trendi tersine çevirmek ve gençlerin daha yaratıcı ve kendi kendini motive edebilen insanlar olmalarına yardım ederek kendilerine güvenmelerini ve dışsal motivasyona ihtiyaç duymamalarını sağlamak.

Aile psikoloğu John Rosemond da aynı fikirde. Rosemond, ödülün genellikle geri teperek beklenenden tam tersi bir etki yarattığını gösteren araştırmalar olduğunu vurguluyor. Öfkeli bir çocuk kısa süreliğine öfkeli olmadığı için ödüllendirildiğinde, ödüllerin gelmeye devam etmesi için kötü davranışını tekrar etmeye meyilli oluyor.

Nerede hata yaptık?

 • Çocuklarımıza büyük hayaller kurmalarını söyledik ve şimdi her küçük eylem onlara önemsiz görünüyor. Oysa çocuklar sürekli dünyayı yerinden oynatamaz. Her ne kadar ilerleme gibi görünmese de küçük, ilk adımlar atmayı da öğrenmeliler. “Anlık şöhret” getirmeyen hiçbir şey onlar için yeterince iyi değil. “Onlara, harika şeyler yapmanın küçük hedefleri başarmakla başladığını anlatmamızın zamanı geldi” diyor Elmore.

 • Çocuklarımıza özel olduklarını söyledik, üstelik ortada hiçbir sebep yokken. Mükemmel karakter özellikleri ya da beceriler göstermeseler de söyledik ve şimdi herkesten özel ilgi bekliyorlar. Problem şu ki, çocuklar özel olmak için özel bir şey yapmalarına gerek olmadığını sanıyorlar. • Çocuklarımıza her türlü konforu sunduk, ancak onları hazzı erteleyemez bir duruma getirdik. Üstelik bizler de hiçbir şey için iki dakika bile sabredemez hale geldik. Ya da mesela iş yerinde işler istediğimiz gibi gitmediğinde çok çabuk sinirlenir olduk. “Artık istediğimiz şeyleri beklemenin, başkalarının isteklerine saygı göstermenin ve ‘ben’den daha büyük şeyler için bireysel arzulardan vazgeçmenin önemini öğrenme zamanı” diyor Elmore.

 • Çocuklarımızın mutluluğunu en merkezi hedefimiz haline getirdik ve şimdi onlar için mutlu olmak oldukça zor. Çünkü mutluluk, anlamlı bir hayat yaşamanın bir sonucu. “Çocuklarımıza, gerçek hedefimizin, yeteneklerini, tutkularını ve yaşam amaçlarını keşfetmelerine yardımcı olmak olduğunu ve böylece onların da başkalarına yardım edebileceğini söylemeliyiz. Mutluluğun bunun bir sonucu olarak geleceğini anlatmalıyız” Rahatsız edici çözümler: “Çocuklarımızın 12 yaşında başarısızlığa uğramalarına izin vermeliyiz. Bu, başarısızlıklarını 42 yaşında yaşamalarından daha iyidir” diyor Elmore. Onlara, ‘istediğin her şeyi yapabilirsin’ anlayışının her zaman doğru olmadığı gerçeğini incelikli bir şekilde anlatmalıyız.” Çocuklar hayallerini yeteneklerinin üzerine kurmayı ister. Sesi güzel olan her kız çocuğu bir gün ünlü bir şarkıcı olmayacak, küçükler takımında oynayan her sporcu büyüyünce büyükler liginde oynamayacak.

• Başlarına dert açmalarına ve sonuçlarına katlanmalarına izin vermeliyiz. Düşük not alabilirler, sorun değil. Bir dahaki sefere yüksek not almak için daha çok çalışmalılar.

• Özerklik ile sorumluluğu dengelemeliyiz. Örneğin oğlunuz arabanızı ödünç alırsa, benzin deponuzu doldurmak zorunda olsun.

 • Öğretmeniyle işbirliği yapın, ama çocuğunuzun ödevlerini yapmayın. Eğer bir sınavda kötü not alırsa, sonuçlarına katlanmasına izin verin. “Aslında işin sırrı, sertliği ve yumuşaklığı iyi dengelemekte” diyor Elmore. “Dışarıdan yumuşak görünüp içeriden sert olmalıyız. Çocuklarımızın büyüdüklerinde başarılı olmaları için henüz gençken başarısız olmalarına izin vermeliyiz.”

 Kaynak: http://www.huffingtonpost.com/Mickey-goodman/are-we-raising-a-generati_b_1249706.html

19 Eylül 2014 Cuma

Uçuşa Hazır Mısınız? - Zeka Oyunları Atölyesi

Sınıftaki sistemimizin bir parçası olan Zeka Oyunları çocukların potansiyellerini daha aktif kullanabilmeleri için mükemmel bir fırsattır. Her çocuğun kendi zeka potansiyelini canlandırabilmesi için zekanın bütününü oluşturan faklı alanlara ait oyunları oynaması gereklidir.

Mesela bulmaca sayfalarının klasiği fark bulma, sudoku gibi oyunlar zekanın farklı bileşenlerini çalıştırır. Bu tarz oyunları düzenli oynadığınızda, zamanla daha kolay çözebildiğinizi farkedersiniz. Aynı mantıkla oynuyoruz zeka oyunlarını. Herkeste var olan ve kullanılmadıkça gelişmeyen bu yönümüzü daha çocuklukta geliştirerek, çocuklarımızın hayata hazırlığına çok önemli bir katkıda bulunmayı hedefliyoruz.

Zeka Oyunları çocuğumuza neler kazandıracak?
Bütün türlerdeki oyunları belirli sürelerde ve düzenli oynadığında çocuklar;
  • Farklı düşünebilme kabiliyetine sahip olacak,
  • Dokunsal ve görsel algıları güçlenecek,
  • Alternatif fikirler üretebilecek,
  • Üç boyutlu düşünebilecek,
  • Akıl yürütüp farklı çözümler üretebilecek,
  • Hayalgücünü daha aktif kullanabilecek.
Bu amaçla Ekim ayından itibaren her cumartesi ilk ve orta okul düzeyindeki çocuklarımıza yönelik yapacağımız Zeka Oyunları Atölyesine herkesi bekleriz.

Sevgiler,
MiMA


 Illustration by Romain Mennetrier

20 Ağustos 2014 Çarşamba

Minik Mucizeler Akademisi - MiMA

MiMA'nın Eğitim Anlayışı

MiMA'da yapılandırmacı eğitim sistemleri diye adlandırılan, kişinin bilgiliyi araştırarak, yaşayarak, deneyimleyerek öğrendiği ve yeni bilgileri kullanarak birbiriyle ilişkilendirdiği öğrenme şeklini kullanıyoruz. Bu sistemi uygulamak sürekli gözlem yapmak, yeni malzeme sunmak, araştırma yapmak ve yeni fikirlere açık olmak gerekliliğini de taşıyor. Tüm ekip olarak bu sürece aynı merak, heyecan ve şevk ile dahil olmak zorunluluğumuz var.

MiMA'da bilgiyi edinme yollarını öğrenmelerinin yanında çocuğa, duygularını ifade etmesi, ilişkilerinde yaşadığı veya kendisine dair problemlerini çözebilmesi, duygusal sıkıntılarını çözebilmesi için uygun ortamlar ve yönlendirmeler sunulmaktadır.

MiMA'nın 'Çocuk' Anlayışı

MiMA'ya göre çocuk sadece kas gelişimi için kağıt kesmesi ve yapıştırması gereken, renkleri öğrenmesi için her rengi tek tek defalarca yüksek sesle söylemesi ve göstermesi gereken, hep bir ağızdan aynı anda aynı işle uğraşması gereken bir organizma değildir. MiMA'nın anlayışına göre, çocuğa bu tip bir yaklaşımda bulunmak çocuğu küçümsemektir.

MiMA'ya göre çocuk, anlama kapasitesi çok geniş (yetişkinden farklı tarzlarda), hayal ve plan yeteneği taze ve işlenmemiş, entellektüel açıdan pek çok farklı bilgiyi alabilecek, aynı zamanda bu bilgileri birbiriyle ilişkilendirip hayatında uygulayabilecek niteliklere sahiptir. Yeter ki yetişkinler onlara uygun ve gerekli ortamları sağlasın ve onları küçümsemesin.

MiMA'ya göre çocuğun içinde büyümesi gereken ortam, ona bir çok bilgiyi sunabilecek kitapların olduğu, farklı çeşitli malzemelerle ilişki kurabileceği, yeni şeyleri deneyebileceği, duygularını ifade edebileceği, doğaya karışabileceği, farklı sosyal çevreleri yaşayabileceği, farklı ortamların havasını soluyabileceği, gözlem yapabileceği, konuşabileceği, fikir üretebileceği, ürettiği fikirlere saygı duyulduğunu bildiği, güven duyduğu, hayat gibi ama daha çok ev gibi huzurlu olmalıdır.

MiMA'da biz çocukları klasik görüşten farklı olarak muhakeme edebilen ve muhatap alınan cüssece küçük insanlar olarak görüyoruz. Bu bağlamda bizi bulunduğumuz noktadan geriye taşıyacak hiçbir oluşumu kabul edemiyoruz. Çocuklarımızın süreçlerine misafir olmak ve bu süreçte onların destekçisi olmak en büyük heyecanımız.

15 Ağustos 2014 Cuma

Astalavista Baby ile Telli Turna Arasındaki Hayat Karmaşası


Her geçen gün yeni bir şey farkediyor farklı kapılardan geçiyorum. Kızım sayesinde. O dört yaşında dünyayı çook merak eden, çok soru soran  ve heyecanlı bir çocuk. Tüm diğer çocuklar gibi...

Arabada çok uzun saatler geçirmemesine özen gösteriyorum. Yaklaşık yarım saatlik bir yolumuz var evden okula. Yani zaten 1 saatini genelde arabada geçiren kızım bu süreyi daha çok soru sorarak, konuşarak ve şarkı söyleyerek değerlendirmeyi tercih ediyor. Araba sessizleştiği anda uyuduğunu anlıyoruz. Bununla birlikte arada radyo açıp onun konuşmasını engellemeye çalışsam da (çok yorgun olduğumda bunu yapıyorum evet) hiç başarılı olamadım şimdiye kadar.

Müzik ve kızım ile ilgili ilgimi çeken şey onun sözsüz yani sadece enstrümantal müzikleri daha çok sevdiği yönündeydi. Hatta ve hatta zaman zaman “anne şu gürültüyü kapatır mısın?” deyişlerine bozuluyor ve “O gürültü değil müzik “dediğim oluyordu (radyoda çalan güncel pop müzikler için bunu söyledi pek çok kez). Bunu her şarkıya yapmıyordu. Bende çok üzerinde durmuyordum.

En son bayram için uzun yola çıkarken birkaç CD aldım yanıma. Biri de Yeni Türkü’nün CD'siydi. Yola çıktıktan yaklaşık yarım saat sonra taktım CD'yi. Ve çok sevdi bizim kız. Telli turna şarkısı ise en sevdiklerinden oldu. İlk sorusu “Telli Turna ne demek?” oldu. Sonra biraz araştırınca telli turnaların nesillerinin tükenmekte olduğunu öğrendik. Zaten dinazorlara olan ilgisiyle bağlantılı olarak nesli tükenen hayvanlar ile ilgili soruların ardı arkası kesilmedi. Sonra “Dünya neden kirleniyor?, Biz de uçurtmalara binelim mi?, Patika ne demek?, Kuşların kanatları bulutlara nasıl takılıyor?" gibi soruları geldi.

Sadece bir şarkı üzerinden neredeyse tüm yol boyunca konuştuk. Fakat hala gündemimizde nesli tükenen hayvanlar ve tabii ki tükenmeyenler de var.

Bizler çocuklarımızın dünyasına giren müziğin ne kadar farkındayız? Çocuklarımız Astalavista Baby de dinleyebilir Telli Turna’da. Fakat her zamanki gibi iyiyi ve kaliteliyi hayatımıza katabilmek ve onu düzenimizin bir parçası yapabilmek için ekstra bir enerjiye ihtiyacımız oluyor. Radyoyu açtığımızda Telli Turna dinleme ihtimalimiz Astalavista Baby’e göre oldukça az. Iyi müzik, farklı müzik hayatımızda ne kadar var.

MiMA’daki eğitim içeriğini belirlerken hep bunu söylüyoruz. Bilgi parça parça değildir. Bilgi katmanlı, geçkili bir bütündür. Müzik, resim, hareket, söz, tabiat bunun birer parçasıdır. Hiçbiri birbirinden bağımsız değildir diyoruz. 

Hala geriye dönüp dönüp müzik ve çocukların müzik ile kurduğu ilişkiyi düşündüğümde yine pek çok zaman olduğu gibi onları küçümsediğimizi görüyorum. Onlar iyiyi ve güzeli bizden daha iyi anlıyorlar ve olduğu yerden bulup çıkarabiliyorlar. Biz pek müdahale etmesek her şey daha kolay olacak belki de.

Tüm bunlarla birlikte bu süreci her zamanki gibi kitap ile destekliyoruz. Nesli tükenen hayvanlar, hayvanların hangi bölgelerde yaşadığı, neden hayvanların nesillerinin tükendiği ile ilgili oldukça fazla kaynak taradım. Kimisinin resimleri iyi değildi, kimisi ise gerçek resimler kullandığı için bu yaşa (4 yaş) uygun değildi ( örn. dinazorlar). Tavsiye edebileceğim birkaç kaynak şu şekilde;

1. Harika Bilim Serisi – Keşfedin Dev Dinazorlar – Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Resimleri güzel, oldukça kaliteli bir basım, sözü çok uzatmıyor, dinazor çeşitleri ve onların özelliklerini anlatıyor. 8-16 yaş diyor fakat bizim 4 yaş bundan oldukça keyif aldı. Tek sorun boy uzunluğu (42m uzunluğunda), kanat açıklığı (7,8 m) yada 150 milyon yıl önce yaşadı gibi ölçü ve zaman bilgilerinin bu yaşa pek hitap etmemesi.

Uyarı – Çocukların dinazor, köpek balığı, canavar gibi kavramlara ve resimlere verdikleri tepkiler birbirinden çok farklı. Çocuğunuzun böyle bir hassasiyeti varsa; dinazorlardan korkuyor ya da canavar adını bile duyunca ürküyorsa bu tarz kitaplar için biraz daha zamanınız var demektir. Bir yetişkin olarak çocuğunuzun hassasiyetlerini göz önünde bulundurarak mutlaka bir ön inceleme yapmanızı tavsiye ederim.

2. Resimli Ilk Hayvan Atlasım – Mandolin Yayınları

Dünya üzerinde yaşayan hayvanları bölge bölge, kıta kıta gösteriyor. Daha çok görsel bir kaynak fakat oldukça dolu. Az yazı bol resim arayanlar için iyi bir kaynak.

İçinden bir de kıtalardaki hayvan çeşitliliğini gösteren bir dünya haritası çıkıyor. Çok şirin.

3. Neden Niçin Nasıl - Hayvanat Bahçesi – Mikado Çocuk

Üzerinde 4-7 yaş için olduğu yazıyor, sahiden muazzam bir kaynak bu yaş aralığı için. Çizimleri çok güzel, kitabın içerisinde bol miktarda pencere var (ki çocuklar bunları genelde çok sever), bilgiler çok ölçülü verilmiş.

Aynı serinin başka konularla ilgili farklı kitapları da var. Onlar da eğlenceli olabilir.

4. Yaşam Atlası – İlginç Fotoğraflarla Doğa Araştırmaları – Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Bu kaynak bir çocuk ansiklopedisi niteliğinde. Resimleri çok iyi. Anlatımlar güzel. Biz bu kaynağı sadece hayvan bilgileri için kullanıyoruz. Oldukça fazla hayvan ile ilgili bilgi ve resimler var. Çizim değil gerçek resimler kullanılmış bu da tüm kaynaklarınızın çizim olmaması açısından önemli.

Bu kitapla ilgili tek bir uyarı yapmak istiyorum eğer çocuğunuza varoluş-yaradılış sürecini “evrim teorisi” üzerinden vermek istemiyorsanız bu kaynağı mutlaka öncesinde okumanız, bazı bölümleri tamamen okumadan atlamanız ve bazı bölümlerinden belli kısımlarını çıkarmanız gerekir.


Bu ön inceleme her kitap için gerekli aslında. Her birimizin hassasiyetleri birbirinden çok farklı ve her kitap herkese hitabetmiyor. Bu noktada seçici olacak kişiler bizleriz.

Psikolog Beyza Öztin YAŞAR

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Anaokulları neden ehil insanların elinde değil!


Ehil insan ne demek öncelikle, belki de biraz onun üzerine düşünmeliyiz. TDK’da "ehil"in karşılığı olarak “bir işte yetkili olan kişi” diyor. Aslında yetkin demek isteniyor sanırım. Yetkin kişi ise; bir ihtisas alanı olan, belli bir alanda eğitim görmüş ve kendisi yetiştirmiş insan oluyor. İstanbul’da pekçok okul öncesi kurumda çalıştım. Ortaokulu dışardan bitirenler mi dersiniz yoksa servisçilik, marketçilik falan yaptıktan sonra birilerinin anaokulu işinde iyi para olduğunu söylemesiyle bu işe girenler mi...

Düşününce biz bu insanlara çocuklarımızı emanet ediyoruz (Zaten bunu düşünemediğimiz için bu işe girdik). Büyütürken gözlerinin içine baktığımız, maddi-manevi bir zarar görmesinler diye uykusuz kaldığımız çocuklarımızı. Okul yaşına getirene kadar oldukça “hassas ve bilinçli” davranan ailelerin sıra okul seçimine gelince birden pekçok hassasiyetini ve bilincini kaybettikleride görülüyor. Öncelikler değişik çünkü her ailede.

Konumuz ehil kişilerin neden bu işin içinde olmadığı idi. Dağıtmayayım.

Bu işi gerçekten bilen ve en önemlisi seven insanların bu işte fazla kalamamasının bir sebebi olmalı diye düşündüm hep başka okullarda çalışırken. Asıl sebebinin ise fazla uzatmadan söyleyeyim “veliler” olduğunu bana hep söylerlerdi zaten. Bizim şu zamana kadar yaşamadığımız fakat genelde hakim olan “ben buraya para veriyorum, beni idare etmek zorundasınız, ben ne istersem o” mantığı genelde bu sektörde yöneticiyi yıpratan bir durum. Bu hem çocuğun gelişimini hem de okulun veliye yapacağı geri dönüşlerini etkiliyor.

Geçen haftalarda anaokulculuğunda oldukça tecrubeli, uzun zamandır bu işin içinde bir abla ile tanıştık. Abla diyorum bizden yaşça da oldukça büyük. Biz dertlendik tabi ona, hem tecrubelerinden yararlanabilmek, hem de bazı konularda yardım istemek adına. Bize söylediği bir şey çok etkileyici idi; “Eğitim işi %20 den fazla kar bırakıyorsa bilin ki çocukların hakkı size geçiyordur, öbür tarafta boynunuzda yüktür, hesabını veremezsiniz” dedi. Bi rahatladık bi rahatladık bu konuşmadan sonra.

Yeri gelmişken şunu söylemekte fayda görüyorum ki Minik Mucizeler Akademisi sadece 15 çocuk kapasitesi olan ve kar amacı olamayan bir projedir. Biz eğer 200-300 lira diğer aya devrederse acaba onunla çocuklar için önümüzdeki ay ne yapabiliriz diye düşünenlerdeniz. Bu bize kimsenin “kaprisleri” ile uğraşmama lüksünü de sağlıyor. Buradaki kapris kelimesi lütfen yanlış anlaşılmasın. Çocukları için gerçekçi endişeleri ve istekleri olan ebevynlerden bahsetmiyorum. “Kapris”ten bahsediyorum.


Sonuç olarak bir taraftan istediğimiz gibi bir okul bulamamaktan şikayet ederken diğer taraftan gerçekten “eğitim” den çok çok uzaklarda beklentilerden bahsediyoruz. Hem neden kimse şunları da yapmıyor diyoruz ama hiçbir şeyin ucundan tutmuyoruz. Daha fazla fikir, daha fazla enerji, daha fazla birliktelik ve daha fazla nezakete ihtiyacımız var! Gerçekten çocuklarımızın bize ve ailelerine bir emanet oluşları sorumluluğu ile bakıyorsak hayata.