1 Temmuz 2013 Pazartesi

Açık Alanlar ve Çocuklar ilişkisi



Yabancı kaynaklarda “outdoor space” olarak geçen “açık alan” ile çocukların ilişkisi üzerine epey bir şeyler okudum son zamanlarda. Maalesef bu konuda Türkçe kaynak bulabilmek zor. Diğer bir taraftan yabancı çok fazla kaynak bulunabiliyor çünkü yurtdışında çocukların bu şekilde açık alanlarda daha iyi öğrenebildiğini savunan ve bu yola baş koymuş pek çok öğretmen, psikolog ve araştırmacı mevcut.

Çocukların açık havada geçirdikleri zaman aslında çok değerli. Bu zamanın çocukların bedensel gelişimi ve sağlığı açısından ne kadar önemli olduğunu uzmanlar zaten söylüyorlar. Ama bir de açık hava gezilerinin bilişsel ve sosyal gelişime etkileri varki bunlar ne pek konuşuluyor ne de dökümante ediliyor. Çocukların algı ve dil gelişiminde, sorgulama ve sebep sonuç bağlantısı kurabilmesinde bu tür geziler oldukça destekleyici nitelikte olmakta. Bu doğa gezilerine göl, nehir, dere kenarları, koru, orman, yayla gibi pek çok giriyor. Küçücük bir parça ağaçlık alan bile çocuklar için keşfe açık ve binlerce yeni bilgiyi tecrube edebilecekleri inanılmaz bir yer haline geliyor. Büyük ağaçlardan kayalara, köklerden meyvelere, su birikintilerinden çamura kadar pek çok farklı ve yeni tecrube ile dolu bir ortam.

Çocuklar gibi bakabilmek!
Biz yetişkinler olarak çocukların baktığı yöne doğru bakabilmeli ve onlarla konuşarak bu harika ortamda dikkatlerini nelerin çektiğini ve ne yöne doğru gitmek istediklerini tespit edebilmeliyiz. Tüm bunlar için zaten çocuklarımızın içinde bulunan taze ve ışıl ışıl merak yanında, rahat bir anneye ve çocukların hem daha çok meraklanmalarını sağlayacak, hem de onları bilgi ve tecrube edinebilmeleri konusunda destekleyecek bir öğretmene ihtiyacımız var.

Şu noktada beni bu işin hem annelik hem de öğretmenlik sorumlulukları ilgilendiriyor. Bizlerin sadece bir adım geriye kayıp biraz daha dikkatlice çocuklarımızı dinleyebilmemiz, bize ne söylemeye çalıştıklarını, dünyayı nasıl gördüklerini ve bizden ne kadar farklı algıladıklarını anlayabilmemiz gerekiyor. Tabii ki bu çok kolay bir şey değil. Hele ki kültürel olarak bizim gibi kodlara sahipseniz; çocukları biraz daha rahat bırakabilmek, istediği gibi kirlenmesine izin vermek, çamurla oynadığını izlemek yada ebeveynleri bu şekilde yönlendirmek çok da kolay olmuyor.

Koru Gezileri
Biz yetişkinler olarak (bir çoğumuz) bu günün hayat şartlarında zaten tabiat ile pek iç içe yaşayamıyoruz. Hem öğretmenler hem de ebeveynler çocuklara göre bir doğal alan oluşturma çabasına girdiklerinde de yine “adult-centric” dediğimiz yetişkin merkezli bir bakış açısı ile, toplumun bize çizdiği sınırlara göre bir düzenleme yapabiliyoruz. Çocuklar ve doğal alan kelimelerini bir araya getirdiğimizde aslında hep didaktik bir yöne doğru kayıyoruz ister istemez. Çünkü hemen güvenlik endişeleri ortaya çıkıyor. Bundan kastım ne? Aslında şunu demek istiyorum, bir ögretmen çocuklarla çamurlara girebilmeli, onlarla yağmurda solucan avına çıkabilmeli yada bir ağaca tırmanmalarına izin verebilmelidir. Aşağıdaki videoyu izlerseniz orada bir “blue line” var mesela. Çocuklar için “güvenli” bir bölge belirlemişler ve bu bölgeyi de mavi bir iple çevirmişler. Çocuklar bu alanın dışına çıkmıyorlar. Ama bu alan içinde de çamurda kaymak da serbest, ağaca tırmanmak da.

Bir okul olarak bizim buradaki duruşumuzdan da biraz bahsetmek istiyorum. Haftada 2 gün koru gezimiz var. Burada bizi her geçen gün heyecanlandıran ise çocukların buna verdikleri tepki ve programa yansıttıkları. Asıl önemli olan ise öğretmenlerin ve bizim çocuklardan çıkan her türlü bilgiyi dökümante edip, süzüp, istişare edip, dönüştürebilmemiz.

Soran ve Sorgulayan Ögretmen
Amerika’nın Virginia eyaletindeki Richmond Sabot School öğretmenlerinden Daniel Meier bu konu ile ilgili güzel tespitlerde bulunuyor; “Öncelikle bizim okulumuzun ana mekanı neresi onu sorgulamaya başladım. Öğretmenler bunu sorgulamaya aslında okul toplantılarını nerede yapacaklarını düşündüklerinde başladılar. Ben ise çocuklardaki mekan algısınında bununla bağlantılı olduğunu, bu sebeple kendime bir ana mekan belirlemem gerektiğini düşündüm ve okulumuzun arkasındaki ormanlık alanı bunun için en uygun mekan olarak seçtim. Sonraki günlerde bazı veli toplantılarımızı da burada yaptığımız oldu. Bu arada hem ben hem de diğer öğretmenler çocukların bu ormanlık alana çıktıklarında sıklıkla yaptıkları ve bazı riskleri de içinde barındıran dallar ve kayalarla oynama, ağaçlara çıkma gibi oyunlarda riskleri dengelemeyi öğrenmeye başlamışlardı. Bu korkuyu kendimizden uzaklaştırdığımızda çocukların bitkilerin ve böceklerin isimlerini ne kadar hızla ögrendiklerini, bu açık alanda ne kadar özgürce ve inisiyatif kullanabilerek oynadıklarını, oradaki malzemelerle ne kadar nitelikli oyunlar geliştirebildiklerini gördük. Toplantılarda bir araya geldiğimizde ebeveynlerle çocukların bu tecrubelerini paylaşırken onların da birbirleriyle hangi deterjanın çamur lekesini daha iyi çıkarabildiği ile ilgili konuştuklarını gördük.” *

Buradan da anladığımız bu sadece okul ile ilgili bir şey değil yada sadece ebeveynlerin görüşleri doğrultusunda gelişebilecek bir durum değil. Bu aile – okul – toplum üçgeninde gelişebilecek bir algı. Çocuklarımız çevresinde pek çok ağaç ile büyüyorlar, şehirlerde yaşıyor olsalar bile. Kendilerinden katbekat büyük bu canlılarla beraber yaşıyorlar. Her gün yanlarından geçiyorlar ya da körebe, saklambaç oynarken onlara dokunuyorlar. Ama çok azı onların isimlerini biliyor yada onlarla konuşuyor. Bu zamanda çevremizde bu kadar sanal ve elektronik bir ağ ile çevrilmişken çocuklar da tekrar bu bağlantıyı kurabilmek için desteğe ihtiyaç duyabiliyorlar.

Bu konuyu Daniel Meier’den başka bir alıntı ile tamamlamak istiyorum. Benim çok ilgimi çekti; “Çocuklar ormanda geçirdikleri sürede her türlü malzemeye istedikleri gibi dokunup kullanabildikleri halde onlara bu malzemeleri okula götürebileceklerini söylediğimde pek çoğunu yerinde bırakmayı tercih ediyorlar. Onların buraya –ormana- ait olduklarını, yerlerinden götürüldükleri takdirde mutsuz olacaklarını düşündüklerini söylüyorlar. Fakat tüm bu birikimlerini okula döner dönmez hatta bazen daha ormandan ayrılmamışken çizime dökebiliyorlar. Onlar yazamıyorlar, bunun için onların iletişim dili çizim. Bunu bizlerin iyi anlayabilmesi ve doğru çözümleyebilmesi gerekiyor.” *

Çizim dili ve çocuk zaten bambaşka bir yazı konusu. Ve aslında yine çocuk algısı ve açık alan ile ilgili olarak “dökümantasyon” önemli bir nokta.

Bunlar için de yazacağım inşallah :)

* Yazıdaki alıntılar “Nature Education with young children, Daniel R Meier, Stephanie Sisk – Hilton” kitabındandır.

Psikolog Beyza YAŞAR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder