6 Ekim 2015 Salı

Eğitim ne demek, ne dememek?

Tdk da kelime anlamı 'Çocukların ve gençlerin toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine okul içinde veya dışında, doğrudan veya dolaylı yardım etme, terbiye' olan bir kelimedir 'eğitim' dedikleri. Peki bu hepimizin çok sık kullandığı ve ne demek olduğunu aslında düşünmediğimiz kelimeyi neden konu edindim?

Çünkü artık düşünmemiz gerekiyor!

Herkesin ahkâm kestiği, ne yapılsa beğenilmeyen, kimseye bir türlü yaranılmayan bir şeydir kendisi. Kimine göre geçmiş yüzyıllarda en güzel örnekleri varken, kimine göre şuan muasır medeniyetler bu meseleyi çözmüştür. Şöyle böyle biz tartışaduralım, asıl mesele havanda su dövdüğümüzdür baylar. Lütfen bu meseleyi tartışmayı bırakıp, olaysız dağılalım. Veya durun dağılmadan önce şunu sormak istiyorum: Elini taşın altına koymak isteyen cesaret timsalleri bulunur mu aranızda?

Eğer varsa yazım esasında sizlere. İlgilenen yoksa ama bu işi bir derinlemesine bilsem, azcık yeni bilgileri tamamen yeni bir şey olarak zihnime kaydetsem ve üzerine düşünsem diyenler buyursun okumaya devam etsin. Ben sadece polemik adamıyım iş üretmek benim işim değil diyorsanız bu yazıdan size ekmek çıkmaz baştan söyleyeyim.

Gelelim esas meselemize… Eğitim diye başladık. Lugat anlamını kavradık, bir de bizim zihinlerimizde eğitim deyince ne canlanıyor ona bakalım. Çoğu kişide eğitim okulla eşdeğer bir anlamda. Dolayısıyla bunun yeri okul, yani sorumluluk okulda. Bir grup da var ki eğitim aileden başlar der. Sorumluluğu ilk olarak ebeveyne verir, okul sonradan sisteme dahil olur. Ve fakat iki tip söylemin hayatında da okulun yeri hayatın merkezidir ve tamamen akademik bilgiden ibarettir.

Şimdi ben bir de kendi fikrimi beyan edeyim bu konuda. Eğitimi meslek olarak icra etmiş bir aile ekolünden gelmekle beraber, sistemin çarklarına uyum sağlamakta çok zorlanmadığımı düşünürken an itibariyle bulunduğum noktada yaşadığım sıkıntılara bakınca eğitim sisteminde başarılı bir şekilde var olmanın beni nasıl budadığını görüyorum.

ALES’ten KPSS’den çok fazla yoğunlaşmadan da iyi puanlar alabiliyorum. Sözel, sayısal vs. adına ne derseniz tüm bölümler bir şekilde üstesinden gelebildiğim akademik meseleler benim için. Yani eğitimden anladığımız akademik bilgiyi kafamıza vura vura, bir şekilde sokabiliyorlar. Peki şuan halihazırda süregelen ve bizimde içinden ‘başarılı’ bir şekilde geçtiğimiz okul süreci yani eğitimin temel merkezi benden neleri budadı?

Kaybettiğim en önemli şey MERAK. İnsanın can damarı, yaşam enerjisi gibi bir şey. Yeni bir şeye başlamak, daha fazla öğrenmek ve daha bir çok yeniliği oluşturabilmenin ilk ve en önemli itici gücü…

Bir başkası SANAT. Birçok farklı alanda kabiliyetim olmasına rağmen, onlar gibi ‘boş işler’le uğraşmak yerine test çözmem, bir şeyler ezberlemem falan gerekiyordu. Dolayısıyla bugün stresle başetme konusunda zorlanıyorum ve kendime uğraştığımda rahatlayacağım bir sanatsal faaliyet bulamıyorum. Sanat ki en güzel duygusal dışavurum aracıdır. Şimdi benden çok uzakta…

Bir diğeri OYUN. Evet doğru okudunuz oyun oynayamıyorum. Çünkü ‘çocuklar oyun oynar, sen artık okula gidiyorsun ders çalışman lazım’ diye bir yalan söyledi vaktiyle biri ve ben buna inandım, çünkü çok ciddi işler yapmam gerekiyordu. Müzik, Resim, Beden ders bile değildi ki! Her sene Takdir Belgesiyle eve gelmeliydim. Önüme konan her sınavı ‘başarıyla’ geçmeliydim. Bunları oyun oynayarak yapamazdım.

Bir başka kaybettiğim özelliğimse ÜRETKENLİK. Kişide doğuştan var olan bir özellik bu. Ama hatırlıyorum okula gitmeden önce arkadaşlar arasında çok kıymetli olan oyun veya oyuncak üretebilme becerim, farklı bir yolla çözdüğüm matematik problemini doğru kabul etmeyen öğretmenimle ve bence dahiyane olan buluşumda kafa bulan bir başka öğretmenimin bana hissettirdikleriyle yavaş yavaş yok oldu.

Kısaca şöyle söyleyeyim baylar: Bütün işi devrettiğimiz okullar bunların hiçbirine destek olmuyorsa ve bütün sınavların ve akademik hayatın sonunda ortaya çıkan insanların %95’i mesleğinden, yaptığı işten, yaşadığı hayattan tatmin olamıyorsa bu yolu artık değiştirmemiz gerekmiyor mu sizce de?

Peki buna karşı ben ne öneriyorum?

Öncelikle insan evladının kapasitesini bir farkedelim lütfen. Şöyle düşünün; yeni bir coğrafyada yolculuk yapacaksınız, elinizde bir harita var ve siz şuanda her yeri siyasi haritada gördüğünüz renklerde sanıyorsunuz. (Lütfen aksini savunmadan sadece ‘gerçekten bu şekilde olabilir’ diye düşünerek devam edin okumaya)

Ben size diyorum ki bu coğrafyada geniş ormanlar var, içlerinden coşkun nehirler akıyor, verimli arazileri var, ve hayvanların otladığı çayırları, karlı dağları, yer yer sarp kayalıkları var. Ve bunların hepsi doğru bir şekilde kullanılmak için, doğru kişiyi bekliyor. Elinizdeki haritaya bakınca burası gitmeye değmeyecek bir kara parçasıyken, ben size bir cenneti vaadediyorum.

Yapmanız gereken tek şey tabiatın dengesini bozmadan buralarda yeni oluşumlara destek olmak. Şöyle ki doğduğu andan itibaren, açlık, tokluk, meme, ağlamak, anne… diye başlayan ve günler ilerledikçe baba, renkler, nesneler, diğer kişiler, eller, ayaklar, yemekler diye ilerleyen bir öğrenme mekanizması zaten yazılımda mevcut. Yani her an öğreniyor zaten.

İlk en büyük hatayı çocukları basit ve anlamayacak bir yaratık olarak düşünmekle yapıyoruz. Sonra bu arkadaş herkesi ve her şeyi parmağına takıp oynatırken anaokulu yaşı geliyor. Büyük bir bilgelik ve özenle onu anaokuluna göndermek gibi erdemli bir davranışta bulunuyoruz. Çünkü bir şeyler öğrenmesi gerekiyor.

Unutmayın bu arazi siz henüz buraya adımınızı atmadığınızda da çok verimliydi. Çocuklar da günlük hayatta siz onlara ‘bu bir, bu iki...’ diye tane tane ders öğretmeseniz de saymayı öğrenebilirler. Peki mesela anaokulu çocuğa aslında neyi öğretmeli?

Benim kanaatim çocuğa okulda ilişki kurabilmeyi, çatışma çözmeyi, problem çözmeyi, fikir yürütmeyi, muhakeme etmeyi, araştırmayı, fikrini ifade etmeyi ve diğerinin fikrini yorum yapmadan dinleyebilmeyi öğretebiliriz. Bunları yapabilen çocuk merak ettiği her türlü bilgiyi zaten öğrenir.

Merakı baltalanmayan çocuk öğrenmekten keyif duyar. İlişki kurabilen bir çocuk, işbirliği yapabilir ve diğerlerini önemser. Muhakeme edebilen çocuk, problem çözer ve ürün geliştirebilir. Bu okul öncesi dönemde bir sanat eseri de olabilir, günlük hayatında kullandığı bir malzemenin işlevini keşfetmek de.

Bu anlattıklarım ütopya değil. Yaşıyorum bunu. Çocuklar bunları gerçekten yapabiliyorlar. Merak ediyorlar, hayal kuruyorlar, oyun oynuyorlar ve bir çok yetişkinden daha fazla üretim kapasitesine sahipler. Sosyal olay ve kavramları anlayabiliyorlar, günlük hayatlarında uyumu, düzeni ve çözümü yaşıyorlar.

Peki diğerleri bunları neden göremiyor? Kalıplarla düşünmeye alıştığımız için. Ezbere tanımları bir kenara koyup ‘bu işin aslı astarı nedir?’ diye bir dönüp bakamadığımız için. Eğitim diye başladım ya hani TDK dedi ya toplum yaşamına adapte olabilmek diye. Bunlarla toplum oluşur ve bunlara dair beceriler geliştiremediğimiz müddetçe kimse hayatından tatmin olamaz.

Değişime bir yerden başlamak gerekiyor. Ve bu işin ilk adımı farklı şeylerin yapıldığını görmek, onların güzel sonuçlar doğuracağına inanmak ve onlara destek olmak. Kim ve nasıl diye çok düşünmeye gerek yok. İşin ucundan tutmuş belli Don Kişotlar var çok şükür. Deneyerek, çok uğraşarak, bazen her şeyi tek başına göğüsleyerek insana dair inancını geleceğe aktarmaya çalışan insanlar var. Onlara ulaşmak çok zor da değil. Bize demeliyim.

Küçük kalplere, minik tohumlar dikiyoruz. Ve biliyoruz ki gün gelip o ağaç meyve vermeye başlayacak. Belki biz görmeyeceğiz o meyveleri ama inanıyoruz ki o meyveler çok büyük işler yapacaklar.

Psk.Büşra Öztin Odabaşoğlu
Minik Mucizeler Akademisi