Aralık ayıydı. Yeryüzündeki en güzel çocuk
kitapçılarından birine girdik eşimle. Başladım dolaşmaya. Burası hem kitapçı, hem oyuncakçı, hem de kafeydi. Kitaplara yöneldim
önce, bir dolu kitap seçtim kendime; tüm dikkatimi çekenleri topladım oturdum
yere okumaya başladım. İki şeye dikkat ederim kitap seçerken; illistrasyon - çizim tarzı - ve
kapak tasarımı. Bu bağlamda seçerim, hikaye de diğer ikisi gibi sağlamsa alırım kitabı. Başladım birini okumaya, ismi “THE
SCAR” kitabın...
Son zamanlarda çocuklara ölümü anlatma, çocukların
insanın en önemli varoluş meselelerinden biri olan ölümü anlamlandırma
ve yaşama süreçleri gibi konularla ilgili kitaplar okurken ve kafa yorarken çıktı
karşıma bu kitap. Konusu annesini yeni kaybeden bir çocuğun bu süreci yaşaması, duyguları, kurduğu ilişkiler, çevresindeki her şey ve herkesi
yeniden anlamlandırma öyküsü.
Uzun uzun bahsedeceğim kitaptan; Charlotte Moundlic yazmış, Oliver Tallec
resimlemiş ve kitabı Walker Books yayınlamış. (Bu arada aldığım kitapların çoğu Walker Books’tan çıkan kitaplardı.)
Kitap, duyguyu o kadar güzel aktarmış ki! Orada, yerde
otururken tekrar tekrar okuduğum sayfalar, gözümün kilitlendiği kelimeler oldu. Sıradışı, kuvvetli,
etkili, dürüst ve insanın kalbini parçalayan, taa derinlerde bir yerlere
dokunan kırılgan bir hikaye.
“Annem bu sabah öldü.
Aslında gerçekten bu sabah değil.
Babam gece öldüğünü söyledi.
Fakat ben gece uyuyordum.
Bana göre bu sabah öldü.”
diye başlıyor kitap.
Kitap çocuğun dilinden yazılmış. Bir kahraman ismi yok! Anne, baba ve bir de anneanne var hikayenin içerisinde.
“Dün annem hâlâ hayattaydı. Yatağında yatıyordu, bana gülümsedi ve tüm hayatı boyunca
beni seveceğini fakat artık çok yorgun olduğunu, vücudunun onu taşıyamadığını
ve sonsuza doğru gideceğini
söyledi. Ben de dinlendikten sonra geri gelebileceğini, onu burada bekleyeceğimi söyledim.
Bunu çok istediğini fakat bunun mümkün olmadığını söyledi. Gülüşü küçüldü
ve gözleri yaşardı. Bu beni çok sinirlendirdi. Madem böyle olacaktı,
ben de artık onun oğlu
olmayacaktım. Madem oğlu
büyümeden bırakıp gidecekti, o zaman bir çocuk sahibi olmasaydı.
Annem biraz güldü fakat ben ağladım; çünkü gerçekten öleceğini biliyordum.”
Malumunuz tüm kitabı buraya yazamam. Çok isterim ama yapamam. Bu kadarı
bile insanın içini kıyarken ileriki sayfalarda göz yaşlarınızı tutamıyorsunuz. Hikayenin ilerleyen bölümlerinde küçük
kahramanımızın (ki o gerçekten bir savaş kahramanı) önce
babası ile olan diyalogları içerisinde öfkesine tanık oluyoruz. “Nasıl olur da bizi bırakıp gider.” diyor mesela ya
da nasıl tost sevdiğini babasına öğretmediği için kızıyor annesine. Bir yandan da babasına bakılması gerektiğini düşünüyor. “Üzülme ben sana bakarım.”diyor
babasına ve sonrasında “Birazcık ağladım; çünkü gerçekten bir babaya nasıl bakılmasını
gerektiğini bilmiyorum.” diyor küçük
kahraman.
Aradan birkaç gece geçiyor.
“Ben artık uyumak istemiyorum, biraz karnım
ağrıyor ve babama da bakamıyorum.
Annemin kokusunu unutmak istemiyorum fakat o yavaş yavaş
yok oluyor. Ben de gitmesin diye tüm camları kapatıyorum. Babam bana kızıyor çünkü
yaz, hava çok sıcak ve o artık benle nasıl konuşması gerektiğini
de bilmiyor. Bence bana bakmak onu incitiyor, çünkü gözlerim aynı anneminkilere
benziyor.
Ona neden pencereleri kapattığımı anlatamıyorum. Annemi içime çekiyorum, ne zaman “annem”
desem, o ağlamaya başlıyor.
Giden sadece kokusu değil, onun sesini de çok az hatırlayabiliyorum. Ben de kulaklarımı
tıkıyorum, gözlerimi yumuyorum ve ağzımı sıkı sıkı kapatıyorum ki benimle kalsın. (Burnumu kapayamıyorum,
çünkü nefes almaya ihtiyacım var.)”
Kitabı yazamam dedim ama yazıyorum :). Durmam lazım. Artık anlatacağım – diyaloglar çok iyi olsa da... –
Birgün bahçede oynarken düşüyor ve bacağını kanatıyor. Bu sırada annesinin cesur olması gerektiği ile ilgili söylediklerini duyuyor birden, yani annesinin sesini
duyuyor. Sonrasında yara kabuk bağladıkça onu
tekrar kanatıyor küçük kahraman, tekrar tekrar bunu yapıyor.
Sonra birgün anneannesi geliyor. “Biraz
endişeliyim çünkü şimdi bakmam gereken iki üzgün yetişkin var.” diyor. Bu arada
annneanne evde biraz dolaştıktan sonra içeriyi çok sıcak bularak
camları açıyor. Bu bizim kahramanımız için son nokta oluyor. Kendisini yerlere atarak
bağırmaya, çığlıklar atmaya ve tepinmeye başlıyor. Bu noktada artık çok yorulduğunu ve camları
kapamazlarsa annesinin uçup gideceğini söylüyor.
Bilge anneanne çocuğa iyice yaklaşıyor. Onun ellerini kendi ellerinin içine alıp kalbinin üzerine yerleştiriyor ve “annen burada, endişelenme o hiçbir yere gitmeyecek.” diyor.
Ve iyileşme bu noktada başlıyor.
Kitabın sonrası da çok güzel kurgulanmış; iyileşme süreci anlatılıyor. Bu arada yarası da iyileşiyor; o yaraya artık ihtiyacı olmadığını bilse de üzülüyor
aslında. Ama süreci kendince hafifletiyor.
Öncelikle süper bir metefor kullanıyor yazar. Yara ve kabuk. Bizim de özellikle
ebeveynlerini kaybeden çocuklarda her zaman bunu göz önünde bulundurmamız
gerekiyor. Burada bir yara var. Zamanla kabuk bağlayacak bir yara.
Öfke, hırçınlık, endişe, üzüntü hepsi bu sürecin, iyileşme sürecinin bir parçası. Fakat çocukların çevresindeki diğer kişiler nerede olmalı, duruşları nasıl olmalı,
bunlar çok önemli sorular...
Yukarıdaki hikayeden de anlaşılacağı üzere çocuklar her şeyi anlıyorlar. Hatta çok derinlemesine
anlıyorlar. Çok etraflıca değerlendirebiliyorlar. Burada sizin hep
orada onun için, onun sorularının cevapları için beklediğinizi bilmeli çocuk. Bu acının normal bir şey olduğu anlatılmalı. Her zaman süreç ve olaylarla ilgili bilgilendirilmeli,
kendi yaşının gerektirdiği düzeyde. Neyle karşılaşacağını bilmeyen çocuk her zaman daha hırçın olur. Tedirgindir çünkü.
Kendimizden pay biçelim, hangimiz severiz tatsız sürprizleri. Ama olayla ilgili
bilgimiz olursa birazcık da olsa daha kolay tahammül edebiliriz duruma. Aynı
durum çocuklar için de geçerli.
Ölümü çocuklara anlatmak hem öğretmenleri, hem
de ebeveynleri çok korkutan bir konu. Fakat o kadar önemli ki nasıl anlattığımız. Ölüm insanoğlunun en ciddi varoluş meselelerinden biri. Hatta belki de en önemlisi. Pek çok ilişkinin ya da meselenin temelinde ölümü anlamlandırışımız yatıyor aslında. Bu noktada çocuklara ölümü anlayacakları şekilde ama doğru aktarmak çok önemli.
Yetişkinler olarak küçümsüyoruz çoğu zaman çocukları.
Ancak onları karşımıza alıp konuştuğumuzda anlıyoruz
nasıl engin bir yürekleri ve ışıl ışıl zihinleri olduğunu. Onlar yürekleri kocaman küçük kahramanlar, bunu unutmamamız
gerekiyor. Bizim olduğundan daha çok kendi hayatlarının kahramanları...
Devam edecek ...